Keman Hocamı Özlüyorum
Değerli Okurumuz: Sizleri ismi fazla duyulmamış bir müzisyen, şair ve yazar ile tanıştırmak istiyoruz. Biz onu kendisinden aldığımız keman dersleri vesilesiyle tanıdık. Adını duyan bilen yaşamı hakkında mâlumatı olan birileri var mıdır bilmem. Ne yazık ki kendisine ait bir fotograf bile yok elimizde. O, müziğe aşık, sanatın birçok dalına , edebiyata, sinemaya ilgi duyan gerçek bir değerdi.
Bize ders verirken her zaman söylediği bir şey vardı : "Müziğin yarısı dinlemektir, iyi enstrûman çalabilmek için mutlaka bol bol müzik dinlemek gerekir, değişik icracıların yorumlarını karşılaştırmak önemlidir. Bunun yanı sıra müziğin kültürünü de edinmek şarttır." Sitemizin siz değerli ziyaretçileriyle gölgede kalmış bir sanatçıyı, "Semahattin Cem Kerestecioğlu" nu tanıştırmayı hem hocamıza bir vefa borcu, hem bu sanatın kültürüne küçücük de olsa bir katkı olarak görüyoruz.Yaşamı hakkında ne yazık ki elimizde ayrıntılı bilgi yok, ancak birlikte geçirdiğimiz zamana ait anılar ve bazı anekdotları paylaşarak, örnek kişiliği hakkında fikir verebileceğimizi düşünüyoruz.
Av. Dr. Selim Altınok Av. Dr. Kerim Altınok
KEMAN HOCAMI ÖZLÜYORUM!
Tarih 27 Ocak 1983. İstanbul'un nispeten sakin semtlerinden Ataköy'de bir eve gidiyoruz. Elimde kemanım, çocukluğumdan beri rüyalarıma giren bu enstrûmanı çalmayı çok istiyorum. Onyedi yaşına kadar elimi bile sürmeden, radyodan dinlediğim ve âşık olduğum kemanı bana öğretecek adrese doğru yürüyorum. Radyoda büyük solistler çalıyordu ve ne güzel bir ses çıkıyordu kemandan, tiz, "mi" telinde yukarılara tırmanırken mükemmeliyet duygusunu yaşatıyorlardı insana. Kalında, boş tel "sol" den başlayan notalar ise tok sesli bir baritonu çağrıştırıyordu sanki.
İleri sayılabilecek yaşta elime geçen kemandan ses çıkarmanın bile bu denli zor olduğunu tahmin etmemiştim doğrusu. İyi bir hoca ararken geçen birbuçuk sene içinde , kemanı tutmayı ve ondan biraz olsun düzgün ses çıkartmayı öğrenmeye çalışmıştım, kendi kendime ne kadar olursa elbette. Bir hoca, yol gösterici şart, ama nereden bulmalı? Sorduk soruşturduk, emekli bir senfoni orkestrası üyesi olan Semahattin Cem'in müstakbel hocamın evine doğru gidiyoruz şimdi. Ataköy'ün geniş yollarında ilerlerken kafamın içindeki sorular şunlar: Nasıl biriyle karşılaşacağım,beni öğrenci olarak kabul edecek mi? Rüyalarımda Paganini'nin konçertosunu çaldığımı görüyordum ya, hayalimde ve gönlümde çoktan başladığım kemanı gerçekten öğrenebilecek miyim? Paganini Konçerto olmasa bile güzel bir barok sonatı seslendirebilecek miyim? O anda bu düşüncelerle yürürken hayatımın en güzel ve şanslı buluşmalarından birine gittiğimin farkında değildim . Ben bir keman öğretmeni isterken, o gün kader karşıma ondan çok fazlasını çıkaracaktı.
Ataköy 4. Kısımda O64 nolu binanın kapısını çaldığımızda,onbir yıl sürecek gerçek bir dostluğa merhaba diyorduk aslında. Gerçek bir İstanbul Beyefendisi ile Hanımefendisi; Semahattin Cem Kerestecioğlu ve eşi Nesrin Kerestecioğlu açtı kapıyı. İçeri adımımızı attığımızda ilk dikkatimi çeken köşedeki eski radyodan gelen klâsik müzik sesi oldu. Semahattin Bey altmışlı yaşlarındaydı. Şefi ve hocası Cemal Reşit Rey'in bageti altında İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası öncesinde kurulan orkestrada yıllarca keman çalmıştı. Şimdi emekliydi. Evinde müzik dinleyerek vakit geçiriyordu. Kimseye keman dersi vermek gibi bir niyeti de yoktu sanırım. Öğretmen arayışlarımızı sürdürürken, bir tanıdığımız devreye girmişti, Doktor Nejat Irvalı’nın aracılığıyla Semahattin Bey'e ulaşmıştık. Nejat Irvalı’nın Semahattin Bey'le yakınlığı da müziğe dayanıyordu. Nejat Bey güzel keman çalardı. Evlerine misafir olduğumuzda, kemanını alırdı eline, eşi eczacı Melahat Irvalı piyanonun başına geçerdi. Bartok'un romen danslarından, Beethoven'in sonatlarına kadar geniş bir repertuvarları vardı. Onları dinlemek zevkti.
Semahattin Bey ve hanımı o gün bizi çok sıcak karşıladı. Kerim'in gitarı yanındaydı. İlkin o bir klâsik gitar parçası çaldı. Ardından ikimiz mandolin gitar birlikte Brahams'ın 5 nolu Macar Dansı'nı seslendirdik. Benim asıl sazım mandolin olduğu için onu da götürmüştüm yanımda. Ardından kemanımı çıkardım, Semahattin Bey akordunu yaptı. Bana birşeyler gösterdi. O soğuk Ocak gününde bir iki saatlik ziyaret sırasında, sıcacık bir dostluğun temelleri atılmış oldu. Semahattin Cem ile aramızda öyle güzel bir elektrik oluştu ki, kendisi kimseye ders vermediği, hatta evinden bile pek çıkmadığı halde haftada bir gün bize gelip keman öğretmeyi kabul etti. Ders gününü iple çekerdim. Ataköy'den yürüyerek Bakırköy'deki evimize gelirdi. Bir saatten fazla keman çalışırdık. Derslere Kerim de katılırdı. Sonrasında ise sohbet başlardı. Annemin hazırladığı çay ve köşedeki pastanenin sıcak poğaçaları eşliğinde süren bu konuşmalar, gerçek bir kültür dersiydi. Sınırımız yoktu, zamanı unuturduk. Öğleden sonra derse gelen Semahattin Bey çoğu defalar akşam karanlığında ayrılırdı bizden. Orkestra anılarını anlatırdı. Birlikte çaldıkları solistlerden, onların yorum özelliklerinden bahsederdi. Heifetz'i, Pishohoda'yı, daha bir çok kemancıyı ilkin ondan duyduk. Gitara, viyolonsele ve diğer enstrûmanlara da yakınlık duyardı, repertuvarlarını bilirdi.
Kardeşimle ben o sıralarda hem İstanbul Hukuk Fakültesi'ne devam ediyor, hem Kadıköy'deki Devlet Konservatuarı'nda yarı zamanlı şan eğitimi alıyorduk. Semahattin Bey sesimizi de dinler, önerilerde bulunurdu. Bize müzik tarihi ve eğitimi üzerine kitaplar makaleler okurdu. Birlikte müzik dinlerdik. Mp3 dosyalarını bırakın, henüz normal müzik CD'leri bile girmemişti hayatımıza. İnternet yoktu. TRT Radyo 3'ün klasik müzik programlarını kaçırmazdık. Kasetlerimiz vardı, radyodan banda çektiğimiz eserleri birlikte dinlemek çok zevkli oluyordu. Semahattin Bey'in evinde teyp yoktu. Hatta radyosu yalnız orta ve kısa dalgayı alıyordu. Tüm ısrarlarımıza karşın lambalı radyosundan vazgeçmiyordu, ona FM bandı olan bir radyo aldırtamamıştık. Sonunda Kerim'le harçlıklarımızı birleştirip Semahattin Bey'e küçük pilli bir radyo hediye ettik. Bu radyonun FM bandı vardı. Artık o da İstanbul Devlet Senfoni Orkestrasının ya da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrasının haftalık konserlerinin bant kaydını radyodan dinleyebiliyordu. Akşamları telefonla bizi arayıp, radyo programlarını hatırlatıyor, konserleri ve özellikle dinlediği kemancıları kritik ediyordu.
Semahattin Bey sadece bir kemancı değildi. İyi bir kitap okuyucusuydu, evinde geniş bir kütüphanesi vardı. Ayrıca eski konser programları, gazetelerden kesip sakladığı kupürler, yazı dizileri ile iyi bir arşivciydi. İleri düzeyde İngilizce ve Fransızca bilirdi. Fransızcadan tercüme ettiği polisiye romanları bize okurdu. Ne yazık ki bu romanlar basılmamıştı, tercümelerini daktilo edilmiş halde kendisi saklıyordu. Orkestra mecmuasında yazıları yayınlanırdı. Panayot ismini onun ağzından sık sık duyardık. Birlikte çaldıkları Gülden Turalıyı da iyi tanırdı. Hamit Alacalıoğlu ve Faruk Yener dostlarıydı. Radyoda bir spiker herhangi bir ismi yanlış okuduğu zaman telefona sarılır, İstanbul ya da Ankara Radyosu'nu arar eleştirirdi. Semahattin Cem şairdi, genellikle aruz vezniyle yazardı.
NECİP CELAL'LE DOSTLUĞU:
Semahattin Bey, gençliğinde ünlü tango bestekarımız Necip Celal'in en yakın arkadaşı olmuştu. Onunla birlikte gezintiler yapmış, ölümünden önce Necip Celal'in hasta yatağında obua için bestelediği bir sonatı kendisi notaya almıştı. Geçenlerde Cıhat Aşkın'ın, Necip Celal'in sandığındaki notaları arasında bir obua sonatı bulduğunu “Andante” müzik dergisinde okuyunca, bu eserin muhtemelen Semahattin Bey tarafından notaya alınmış olduğunu düşünüp duygulandım. Necip Celal görme yetisini kaybettiği için notalarını yazma konusunda çoğu zaman arkadaşından yardım istermiş. Semahattin Cem ile aramızda kurulan yakınlıkta, Necip Celal'le olan eski dostluğunun payı olduğunu düşünmüşümdür hep. Kemanı ve gitarı kabartma notalarla öğrenen iki görme engelli kardeş olarak belki de Semahattin Bey'e eski dostuyla yaşadığı günlerin anısını hatırlatıyorduk zaman zaman.
Necip Celal'den bir anektot: Ünlü bestekarımız modern müziği pek sevmezmiş galiba. Bir gün Semahattin Cem ile sohbet ederlerken "Cem gel yahu, şu piyanonun üzerine otur" demiş. Tabii karmaşık bir ses çıkmış piyanodan. O zaman Necip Celal dönüp, "İşte modern müzik budur" diye noktayı koymuş. Kendisi de bu müzikten pek hoşlanmayan keman hocam, bu anektodu anlatır, ardından meşhur kahkahasını patlatırdı.
Görmeden keman çalışmak: Semahattin Bey'le keman dersini şöyle yürütüyorduk.... Hocam bir hafta önceden çalışacağımız parçanın notalarını sesli olarak deşifre ediyordu. Ben, onun kemanı parmakla piçikato çalarak okuduğu notayı bir banta kaydediyordum. Önümüzdeki derse kadar kaseti dinleyerek eserin kabartma notasını yazmış ve ezberlemiş oluyordum. Handel'in sonatlarını, Bach'ın A Minor keman konçertosunu, Vivaldi'nin konservatuarlarda da çok çalışılan A minor konçertosunu hep bu yöntemle öğrenmiş ve çalmıştım. Bazı notaların Braille kabartma baskılarını da Amerika ve İngiltere'den getirtiyorduk. Semahattin Bey bana verdiği keman dersinden sonra, genellikle Kerim'i dinliyor, onun çıkarttığı yeni bir gitar parçası üzerine görüşlerini söylüyordu. Bizim için keman ve gitar ikilisine uygun küçük parçalar bulup notalarını yazdırıyordu. Aramızdaki yakınlık bir öğretmen öğrenci ilişkisinden öte bir şeydi. Büyükbaba torun gibiydik.
Semahattin Cem'in evine teyp ve kasetler çok geç girdi. Radyo ve televizyon dışında elektronik alet kullanmıyordu. Geçirdiği bir rahatsızlıktan sonra dinlenirken, doktor arkadaşı Nejat Irvalı emrivâkî yaptı. Bir kaset çalar getirip yatağının baş ucuna koydu da, hocam öylece teyp kullanmaya başladı. Bundan sonra radyoda verilen özel yorumları kasetlere çekmek en büyük zevki haline geldi. Yaptığı kayıtları evine gittiğimizde bize dinletirdi.
1994 yılının 8 Ağustos günü Semahattin Cem Kerestecioğlu 74 yaşında hayata gözlerini yumdu. Mütevazı, sessiz bir değerimizdi o. Gerçek bir sanat âşığı, müzisyen, mütercim, şair ve yazardı. Arşivciydi. Türk tarihine ve dilimizin doğru kullanılmasına önem veren bir vatanperverdi. Ölümünden birkaç yıl sonra eşi Nesrin Hanım da vefat etti.Onları saygıyla anıyoruz.
Semahattin Cem Kerestecioğlu
Semahattin Cem Kerestecioğlu benim büyük dayım olur. Rahmetli Semiha Babaannemin erkek kardeşidir, bir de hiç tanımadığım ancak sıkça ismini duyduğum Selman Dayı vardır. Çocukken, babam rahmetli olmadan evvel, Ataköy'deki evlerine götürürdü beni. O zamanlar yaşım oldukça küçüktü. Bu sebeple o çok ihtişamlı ve ilginç bulduğum Semahattin Dayımı tanımak için çok şansım olmadı. Ancak zaman zaman keman çalardı bize ve çoğu zaman klasik müzik dinlerdik evinde. Nesrin Yengemin de o tatlı,sevecen ve güler yüzü hep anılarımdadır. Ne yazıktır ki Semiha Babaannem ben henüz annemin karnındayken yıllarca mücadele ettiği kanser hastalığı sonucu vefaat etmiş. Sonrasında Ekrem Özvardar(dedem) başka bir bayan ile evlenmiş ve ben de aslında onu babaannem bildim. Tabii her zaman rahmet ve saygıyla anılırdı Semiha Babaannem. Yaşım büyüdükçe anladım hepsinin de ne kadar önemli ve değerli Cumhuriyet insanları olduğunu. Bununla hep gurur duydum. Ne yazıktır ki aile içindeki kopukuklar sebebi ile kendileriyle hatırlayabildiğim anılar çok azdır.Eskiler kan çeker demişler ya, Babaannem keman ve piyano çalarmış, Semahaddin dayım Keman çalardı... Ben de gitar eğitimi aldım, kız kardeşim de piyano çalar. Sanırım kanımız çekmiş gerçekten ve en azından Atatürkçü, Cumhuriyetçi ve aydın gençler olarak bizlere bazı miraslar kalmış onlardan. Mekanları cennet olsun. Onlarla ilgili başka paylaşımlarda bulunursanız haberdar olmaktan mutluluk duyarım.
Ben Semiha Özvardar'ın Torunuyum, Tayyar Emre Özvardar. Babam Muzaffer Adnan Özvardar. Haliyle Semahattin Cem'in yeğeniyim. Kendisini tanıyan ve seven herkese selamlar.